Asgari ücret, Türkiye'de bir kez daha, mevcut iktidarın sınıfsal çelişkileri derinleştiren politikaları çerçevesinde belirleniyor. Bakan Vedat Işıkhan’ın, asgari ücreti duyururken dini referanslar kullanarak, sınıflar arasındaki derin uçurumu gizleme çabası, neoliberal ekonomik düzenin tipik bir örneği olarak değerlendiriliyor. İşçiye sadece yüzde 30 oranında bir artış önerirken, resmi enflasyonun yüzde 47 seviyesinde olması, mevcut durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor. Bu durum, emeğin değersizleştirildiği ve sermayenin çıkarlarının ön planda tutulduğu bir tabloyu temsil ediyor. Asgari ücretin belirlenmesinde işçi sendikalarının etkisizliği, işçilerin üretiminden kazandıkları değerin büyük ölçüde sermaye tarafından gasp edildiğini gösteriyor. Dietler Laboratuvarı'nın verileri, asgari ücretin açlık ve yoksulluk sınırının altında kaldığını ortaya koyarken, işçi sınıfının yaşadığı sefaletin derinleşmesine işaret ediyor. Günümüzde asgari ücret tartışmaları, yalnızca bir ekonomik konu olmaktan ziyade, sınıf mücadelesinin merkezinde yer alan bir gerilim alanı haline gelmiştir. İşçilerin haklarını savunmak için örgütlenmeleri, bu iktidar düzeninin tahakkümüne karşı durabilmeleri açısından kritik bir öneme sahiptir.